- Uzun zamandır hayalini kurduğumuz, uçak biletini aylar öncesinden aldığımız ve ha geldi ha gelecek diye günleri saydığımız ilk ailecek Amerika seyahatimiz geldi , çattı… Şimdi hep beraber yeni yerler görmek , yolda anılar biriktirmek ve bunları da not defterimize ekleme vakti.. Keyifli okumalar…
- Amerika seyahatimiz için gideceğimiz destinasyon San Francisco ve ardından Los Angeles. Bu destinasyon için geçireceğimiz gün sayımız ise 8 tam gün …
1.GÜN
- Türk Hava yolları ile İstanbul havaalanından uçuşumuz 13:15 ‘te başladı ve San Francisco saatine göre 16:50 gibi Amerika topraklarına indik. Yani toplamda uçuşumuz 13 saat civarında sürdü. Çocuklarla kolay oldu mu diye düşünecek olursak ne çok kolay oldu diyebilirim ne de kabus gibi geçti diyebilirim.. İki duruma da yaklaştığımız anlar olmadı değil ama ağırlıklı olarak makul bir zorluk derecesinde uçuşumuzu tamamladık…✈️
- Havalanından çıkış işlemleri de oldukça uzun sürdü. Amerika’ya girişte güvenlik önlemleri üst derecede uygulandığı için uzun kuyruklarda yaklaşık 1 saat bekledik … Veeee macera dolu Amerika gezimiz artık başlasın….
- Biz birden fazla şehirde dolaşacağımız için ve gidilecek mesafeler uzun olduğu için seyahatimizi kiraladığımız aracımız ile sürdürdük.
- Aracımızı Rental Cars sitesinden kiraladık. Şuraya linkini iliştireyim. (www.rentalcars.com)
- İnternet kullanımı için uygun tarifeleri olan Holafly’dan kullanım sağladık. (www.esim.holafly.com)
- İlk olarak otelimize gidip eşyalarımızı hızlıca odamıza bırakıyoruz . Biz San Francisco’da kaldığımız sürece konaklamamızı “San Francisco Marriott Union Square” otelde yaptık. Şuraya otelin resmi internet sitesini de ekleyeyim.. “https://www.marriott.com/en-us/hotels/sfous-san-francisco-marriott-union-square/overview/“
- Havaalanından otele 20 dakikada ulaştık. Hızlı check in ‘imizi yapıp bavullarımızı bıraktıktan sonra aracımızla San Francisco’nun bence en ikonik mekanı olan Pier 39’a gittik.

- Pier 39 , Fisherman’s Wharf’ın en popüler kısmı . Pier 39’da, San Francisco, California’da bir iskele üzerine inşa edilmiş bir alışveriş merkezi ve popüler turistik mekan. Pier 39’da mağazalar, restoranlar, video atari salonu, sokak gösterileri, Akvaryum, sanal 3D geziler ve Pier 39’un marinasındaki rıhtımlarda yaşayan Kaliforniya deniz aslanlarını görmek mümkün.
- Deniz aslanları burayı mesken tutmuş durumda.. Pier 39 ‘a yaklaşınca deniz aslanlarının sesini duymak sonrasında onların toplu olarak bulundukları mekanda onları seyretmek çok keyifli bir tecrübe oldu. Deniz aslanları Pier 39’da ilk kez Ocak 1990’da, bir önceki sonbaharda bölgeyi sarsan Loma Prieta depreminden kısa bir süre sonra görülmeye başlamış. Ancak küçük bir grup olarak başlayan bu serüven kısa sürede yüzlerce hatta bazen birkaç bin deniz aslanının rıhtımda dolaşmasına kadar uzanmış.İlk başta bazı yerel sakinler ve işyeri sahipleri, yüksek sesleri ve kendilerine özgü kokuları nedeniyle gürültücü yüzgeçayaklılardan hoşnut değilmiş. Bazıları deniz aslanlarının taşınmasını istese de, deniz memelilerini kurtaran ve rehabilite eden Deniz Memelileri Merkezi, yerel halka yeni komşularına alışmalarını çünkü onları kendi hallerine bırakmanın daha iyi olacağını tavsiye etmiş ve o zamandan beri San Francisco sahilinin ikonik bir demirbaşı olmuşlar. Ve iyiki de olmuşlar … 🙂

- İki katlı atlıkarınca, iskelenin en keyifli görsellerinden bir diğeri. Aile odaklı eğlence ve deniz memelilerinin varlığı burayı çocuklu aileler için popüler bir turistik yer haline getirmiş.İskele, Fisherman’s Wharf bölgesinin kenarında yer alıyor ve North Beach, Chinatown ve Embarcadero’ya yakın konumda.. Bölgeye tarihi tramvaylar ile kolayca ulaşılabiliyormuş.İskeleden Angel Adası, Alcatraz Adası, Golden Gate Köprüsü ve Körfez Köprüsü de eğer sisli bir hava yoksa görülebiliyor..
- Biz akşam yemeği saatine denk geldiğimiz için Pier 39 içerisindeki Pier Market SeaFood Restaurant’ta birşeyler atıştırmaya karar verdik. Yolun yorgunluğu ve saat farkı vücudumuzda hissedilmeye başlamıştıı.. Yemekten sonra kısa bir Pier 39 turu attıktan sonra dinlenmek ve yeni güne enerjik uyanabilmek için otelimizin yolunu tuttuk.
- Otelin kendisine ait otopark’ı bulunuyor ama şunu söylemeliyim ki otopark San Francisco’da gerçekten biraz maliyetli .Konakladığımız sürece her gün otel otoparkına da ayrıca bir ödeme yapmak durumunda kaldık. Aracın böyle de bir handikapı var maalesef.
2. GÜN
- Evet artık gerçek anlamda San Francisco gezimiz başlasın.
- Sabah otelimizde kahvaltımızı yaptık ve gece gördüğümüz ama gündüzünü de merak ettiğimiz Pier 39’a doğru yola çıktık.
- Gündüzü de gecesi kadar keyifli , eğlenceli , cıvıl cıvıl bir Pier 39. Bir süre deniz aslanlarını seyredip , daha sonrasında Pier 39 içerisindeki birbirinden keyifli ve eğlenceli mağazalarını ziyaret ettik. Ortak alandaki sihirbaz şovunu da kısaca seyredip “Aquarium of the Bay”’i gezmeye gidiyoruz.
- Bu akvaryum Pier 39’un kenarında, Embarcadero ve Beach Caddesi’nde bulunan halka açık bir akvaryum. San Francisco Körfezi’nden ve komşu nehirlerden Sierra Dağları’na kadar uzanan havzalardaki yerel su hayvanlarına kadar çeşit çeşit birbirinden şahane su canlılarını görmek mümkün.
- Çocukların birbirinden ilginç ve daha önce hiç rastlamadıkları okyanus canlılarını görmeleri , ayrıca birçok canlıya dokunarak onları daha yakından hissetmek şansına ulaşmaları da gezinin bir diğer keyifli yanı oldu.

- Akvaryum gezisi 1.30 saate yakın sürdü… Bir sonraki durağımız “Fishermans Wharf” ın merkezi … Burası şehrin en turistik ve en nevi şahsına münhasır yeri . Bu semte özgü yengeç ile ekşi maya ekmeklerin içinde servis edilen deniz tarağı çorbasını tatmak için en iyilerden biri olan Boudin Bakery Cafe’ye gittik. Pizzaları da şahane olan bu mekanın içi de çok otantik.
- Fishermans Wharf bölgesindeki insanlar , arabalar , dükkanlar o kadar birbirinden ilginç ki zaman buranın sokaklarında nasıl hızla akıp gidiyor anlamak mümkün değil.

- Bir diğer merak ettiğimiz Ghiradelli Meydanına doğru yürümeye başlıyoruz. Yürürken de birbirinden ilginç arabalara , motor konvoylarına , ilginç giyimli insanlara rastlıyoruz.
- Ghiradelli Meydanı ,zamanında ünlü bir çikolata fabrikası bulunan ,şimdilerde ise butikleri , çikolata dükkanları ve yemek mekanları ile ün salmış bir yer. Burada dondurma molası veriyoruz ve bizde bu keyifli mekanın içindeki ambiyansa kaptırıyoruz kendimizi.
- Biraz da okyanus havası alalım… San Francisco’nun bir diğer ismi sisli şehir. San Francisco şehri, Golden Gate köprüsünün bitişiğinde yer aldığından, genellikle sis ve deniz katmanı üzerinde esen alçak bulutlara maruz kalıyormuş.. Bulutların olmadığı zamanlarda bile kuvvetli rüzgarların deniz katmanındaki serinliği, yaz ortasında bile şehri serinletebiliyormuş. Bizim şansımıza San Francisco da bulunduğumuz zaman diliminde sisli haline de sissiz haline de rastladık meşhur Golden Gate köprüsünün.

- Köprü manzarasını görmek için “West Bluff Picnic Area” bölgesine gidip bol bol resim çekildik.
- Dönüş yolumuzun üzerindeki “Palace of Fine Arts” a uğruyoruz. Güzel Sanatlar Sarayı, San Francisco’nun Marina Bölgesi’nde bulunan ve ilk olarak 1915 Panama-Pasifik Uluslararası Sergisi için sanat eserlerinin sergilenmesi amacıyla inşa edilen anıtsal bir yapı. Beton ve çelikten yapılmış ve binanın yanmaz olduğu iddia ediliyormuş. İlla görülmeye değer mi derseniz görmeseniz de olur ama yolumuzun üzerinde olduğu için çok vakit kaybetmeden gezme fırsatımız oldu.
- Akşam yemeği için tercihimizi Union Square’de bulunan Cheesecake Factory’den yana kullandık. Ama siz siz olun mutlaka ama mutlaka buraya yolunuz düşerse birkaç gün önceden rezervasyon yaptırmayı ihmal etmeyin. Yoksa kesinlikle çok uzun bir bekleme süreniz oluyor. Her gün siparişe göre taze olarak hazırlanan 200’den fazla menü öğesinin yanı sıra 30’dan fazla efsanevi cheesecake çeşidini içeren menüsü herkes için bir şeyler sunuyor. Şuraya internet sitesini de ne olur ne olmaz ekleyeyim. (https://www.thecheesecakefactory.com)

- Keyifli ama bir o kadar da yorucu bir günü daha geride bırakıp otelimizin yolunu tutuyoruz. Yeni bir günde keyifli anılar biriktirmeye devam .
3. GÜN
- San Franciscodaki yeni günümüzde ilk durağımız “Lombard Street”. Bu sokakta kenarları çiçeklerle ve çok güzel evlerle bezeli zigzag tek şeritli yoldan aşağı doğru inerken insan bu kadar dar bir yoldan araçların bile geçebiliyor oluşuna hayret ediyor gerçekten. Biz özellikle sabah saatini tercih ettik. Çünkü öğlene doğru çok ciddi turist trafiği oluyor ve akşama kadar da bu trafik devam ediyor . Biz çok vakit kaybetmeden bu güzel anıyı da biriktirdik 🥰

- Şimdi sırada “Cable Car” turu var….🚞
- Cable Car yani troleybüs San Francisco’nun nostaljik tramvay hattı olarak biliniyor. San Francisco tramvayı 1 Eylül 1873 açılmış , 1873-1890 yılları arasında 23 hat inşa edilmiş. Günümüzde 6.3 km uzunlukta üç hat ve 62 durağa sahip imiş. Bu hatlar “California Cable Car” hattı , “Powell/Hyde Cable Car” hattı ve “Powell/Mason Cable Car” hattı. Sanırım “Hiçbir deneyim San Francisco teleferik yolculuğundan daha benzersiz olamaz.” Lafı bu nostaljik tramvay hattı için söylenebilecek doğru bir tespit 👍🏼

- Konakladığımız otel hediye olarak bize “Cable car” bileti hediye etti. Bizde buraya kadar gelmişken bu anıyı yaşamadan gitmemek gerekir diye düşündük . Biz Powll/ Hyde Cable car hattını kullandık. Sahilden başlayan hat Union Square ‘e yakın bir durakta son buluyor. Bu hat üzerinden giderken “Lombard Street”i tekrar görme şansı , ayrıca San Francisco’nun aniden yokuş aşağı ve aniden yokuş yukarı çıkan yollarından rodeo yapar gibi eğlenceli bir şekilde gezme fırsatı sunuyor. Şuraya San Francisco belediyesinin resmi internet sitesini ekleyeyim. Detaylı harita ve içeriğe ulaşma şansı olsun ⭐️ https://www.sfmta.com/getting-around/muni/cable-cars
- Tabi San Franciso’nun bu kadar ün salmış sembolüne öyle hemen binebilmek mümkün mü ? Maalesef hayır… Biz nispeten erken bir saatte binmek için sıraya girdik ama en az 45 dk beklemişizdir. Bir de bu tramvay hattı yol boyunca birçok duraktan yolcu alıp yolcu indiriyor. Devamlı bir sirkülasyon olduğu için şöyle rahat rahat etrafı seyredeyim derseniz mümkünse dışarıda oturup ailenizden bir kişiyi de ayakta sarkarak yolculuk yapmaya ikna edin. Bunu da niye söylüyorum hepiniz diyelim dışarıda güzel güzel oturdunuz .. şak diye bir anda önünüze ayakta asılıp yolculuk edecek biri gelebilme durumu var. 🤭 Dediğim gibi biraz hayaller ile gerçekler farklılaşabiliyor.. Son olarak da belirtmek istediğim biletiniz ile gidip geri dönme gibi bir şansınız olmuyor.. Başlangıç noktasına geri dönmek isterseniz tekrar bilet alıp , tekrar sıraya girmeniz gerekiyor. Bu da ciddi bir zaman kaybı diyebilirim. Biz bu nedenle dönüşü taksi ile yapmayı tercih ettik park ettiğimiz aracımıza ulaşmak için.
- Şimdi San Francisco’nun ünlü plajlarından biri olan Baker Beach’e gidiyoruz. Barker Plajı, Alcatraz Adası’nın batı tarafında pasifik okyanusu kıyısında yer alan halka açık küçük bir plaj ve kayalık kıyı bölgesidir. Baker Plajı’nın kuzey kesimi “İsteğe bağlı giysi ile güneşlenenlerin uğrak yeri “ ve bu nedenle çıplaklar plajı olarak kabul ediliyormuş. Biz tabi bunu plaja gidip piknik modunda oturup etrafı seyretmeye başlarken fark ettik 🫣 Biraz son dakika şoku oldu bize ailecek 😳 Ne demişler “Amerika Özgürlükler Ülkesi “. Biz plajın şahane Golden Gate köprüsü manzarasına aşık olduk diyebiliriz. Çocuklar okyanusun kıyısında keyifle oynamanın ve kocaman kıyısında özgürce koşmanın keyfini yaşarken piknik modunda bireyler atıştırmak da ayrıca güzel enerji verdi hepimize.

- San Francisco için unutmadan söylemem gereken bir diğer konu ise güvenlik sorunu☠️. Araçların park halinde camlarının patlatılıp içinden özel eşyaların çalınması artık burada günün doğal akışlarından biri olmuş. Özellikle açık otopark alanlarında hırsızlık konusu ile ilgili birçok uyarı tabelaları yer alıyor. Araç içerisinde görünür olarak bir eşya bırakmamak çok önemli. Aksi halde ne polis ne de güvenlik kamerası vs gibi bir destek almak mümkün olmuyor. Neyseki bizim başımıza böyle tatsız birşey gelmedi ama Baker Plajına park ettiğimiz alanda en az 3 aracın gündüz vakti camlarının kırılmış olduğunu gözlerimiz ile gördük …
- Güzel bir plaj havasından sonra ,San Francisco şehrinin ve tüm San Francisco Körfez Bölgesi’nin, hatta birçokları için en az New York’taki Özgürlük Heykeli kadar ABD’nin de simgesi olan Golden Gate Köprüsünü yakından görme zamanı.
- Bunun için Presidio bölgesine gidiyoruz ve aracımızı buraya yakın bir otopark’a bırakıyoruz. Değerli eşyalarımızı yanımıza almayı unutmadan , aracın içinde görünürde hiçbirşey kalmadığından emin olup yürüyüşümüze başlıyoruz. Burası San Francisco Yarımadası’nın kuzey ucunda bulunan bir park, eski ABD Ordusu karakolu ve Golden Gate Ulusal Rekreasyon Alanı’nın bir parçası.
- Golden Gate köprüsünün altından geçip görsel güzellikte bir çok anı yakalama şansımız oldu burada.
- Golden Gate Köprüsü (Altın Kapı Köprüsü), San Francisco körfezinin girişinde, Golden Gate Boğazı üzerinde yer alan asma bir köprü. Yapımı 5 Ocak 1933-27 Mayıs 1937 tarihleri arasında gerçekleşmiş.Köprü, 1964’te New York’taki Verrazano-Narrows Köprüsü’nün yapımına kadar, dünyanın en uzun asma köprüsü olarak kalmış. Köprünün sıcak turuncu renginin de bir hikayesi varmış. İlk planlamada gri renge boyanması düşünülürken , gemiler tarafından kolay görünebilmesi için siyah ve sarı çizgili boyanması istenmiş. Bitiş aşamasında kırmızı paslanmaz koruyucudan astar boya ile görünmesi son kararın verilmesine neden olmuş ve doğa ile uyumu , güneşin bulutların ve sisin oluşturduğu ışık oyunlarına karşı her daim güzel fotoğraf karesi vermesinin nedeni olmuş bu güzel renk.

- Bu güzel doğa manzaralı turumuzdan sonra San Francisco’da görmek istediğimiz son durağımız olan Alamo Square’e doğru aracımızla gidiyoruz. Alamo meydanında yer alan kartpostallık görsele sahip “Painted Ladies” evlerini görmek için genelde tavsiye edilen saatler gün batımı olarak belirtilmiş. 1849 ile 1915 yılları arasında San Francisco’da Viktorya ve Edward dönemi tarzında 48.000 civarında ev inşa edilmiş (Kraliçe Victoria’nın 1901’de ölümü üzerine Viktorya döneminden Edward dönemine geçilmiş). Birçoğu parlak renklere boyanmış. Nob Hill’deki malikanelerin birçoğu 1906 San Francisco depreminde yıkılırken, şehrin batı ve güney mahallelerinde bazı evler ayakta kalmış. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında bu evlerin çoğu savaş fazlası Donanma boyasıyla savaş gemisi grisine boyanmış.1963 yılında San Franciscolu sanatçı Butch Kardum, İtalyan tarzı Viktorya dönemi evinin dış cephesinde yoğun mavi ve yeşilleri birleştirmeye başlamış. Evi bazıları tarafından eleştirilse de diğer komşular onun örneğini kopyalamaya başlamış.1970’lere gelindiğinde renkçi hareket olarak adlandırılan hareket tüm sokakları ve mahalleleri değiştirmiş ve süreç bu güne kadar devam etmiş.
- En bilinen ”Painted ladies” gruplarından biri, Alamo Meydanı parkının karşısındaki 710-720 Steiner Caddesi’ndeki Viktorya dönemi evleri dizisidir. Bunlar “Kartpostal Sırası” yada “Yedi Kız Kardeşler” olarak da bilinir. Evler, 1892 ile 1896 yılları arasında inşa edilmiş. Bu blok, şehrin ve turistik mekanlarının medya ve kitlesel pazar fotoğraflarında çok sık görünen birçok filmde, TV programında ve reklamda yer alan bir nokta.

- Ve San Franciscodaki son günümüzü Mastro’s Steakhouse’da yemek yiyerek sonlandırıyoruz. Burası plaza/otel tarzı bir binanın en üst katında yer alan orijinal bir restoran. Gittiğimiz gün canlı müzik de vardı. Hem yemeğimizi yiyip hem de müziğin amerikasını dinledik 🤭Yarın bir başka rüya şehre doğru yolcuğumuz devam edeceği için artık dinlenme vakti …
4. GÜN
- Veee yeni günde yeni rotamız Los Angeles… Sabah erkenden kahvaltımızı yapıp San Francisco’ya hoşçakal diyoruz ve direksiyon başına geçip rotamızı Los Angeles’a doğru çeviriyoruz.
- San Franciso – Los Angeles arası gidilebilecek 2 yol bulunuyor. Biri sahil şeridi üzerinden giden 9 ile 11 saat arası süren “Highway 1” olarak bilinen en güzel kıyı manzaralarına ve eşsiz doğaya sahip bir rota. Bu rota ile ilgili okuduğum birçok yabancı blogda söylenen ortak şey en az 1 gün konaklamalı olacak şekilde bu rotayı kullanmanın rahat bir gezi için uygun olacağı idi.
- Diğer yol ise google map üzerinden de bakıldığında çıkan en hızlı rota olarak görünen otoban yolu. Bu yol yaklaşık 6 saat sürüyor. Biz bu rotayı tercih ettik.
- Yol üzerinde merak ettiğimiz birçok yer vardı. Biz bunlar içinden en merak ettiğimiz yer olan “Monterey” i görmeye karar verdik. Ve San Franciscodan yaklaşık 2:30 saat sonra Monterey’e ulaştık.
- Monterey , Büyük Okyanus’un Monterey Körfezinde kurulmuş mükemmel bir okyanus kasabası. Burası deniz canlılarının bolluğu ve son derece taze deniz ürünleriyle dünya çağında ün yapmış bir yer.

- Monterey’in en çok merak ettiğimiz ve hala etkisinden çıkamadığımız görülmeye değer yeri “Monterey Bay Aquarium” yani Monterey Körfezi Akvaryumu. Bu akvaryum , 1984 yılında California’daki Pasifik Okyanusu kıyısındaki eski bir konserve fabrikasının yerine kurulmuş , yıllık 1,8 milyon ziyaretçi, 35.000 bitki ve 623 balık türünü görme fırsatı sunan klasik bir akvaryum tecrübesinden milyon katını sunan , sanki okyanusa dalış yapmış ve hayatım boyunca hiç karşılaşmadığım bir çok canlı türüyle beraber yüzüyor gibi hissettiğim bir yer oldu burası..
- 5+ üzeri herkesten ücret alınıyor ve az önce de söylediğim gibi klasik bir akvaryum gezme tecrübesinin ötesinde bir yer olduğu için giriş ücretleri biraz yüksek . Ama buraya kadar gelmişken görmeye değer diye düşünüyor insan… Şuraya bu güzel yerin detaylı içeriğini sunan web sitesini ekliyorum (https://www.montereybayaquarium.org)



- Bu akvaryumun kurulma tarihçesi de çok ilginç . 1970’lerin sonlarında, Stanford Üniversitesi ve Silikon Vadisi’ne bağlı bir grup deniz bilimci, dünya standartlarında Monterey Körfezi Akvaryumu’na dönüşecek bir vizyon oluşturmuş. Yazar John Steinbeck’in ölümsüzleştirdiği sardalya paketleme döneminin endüstriyel en parlak döneminden kalma terk edilmiş bir konserve fabrikasının içine inşa edilmiş, denizin hemen açıklarındaki sulardaki yaşamın çeşitliliğine ve güzelliğine adanmış küçük bir Akvaryum hayal etmişler. Okyanusların korunmasına ilham vermek misyonu ile 1984 yılında Monterey’in tarihi Sardalya Sokağındaki teknoloji ürünü bir binada akvaryum kapılarını ziyaretçilerine açmış. Bu akvaryumu diğerlerinden farklı kılan ise deniz yaşamına adanmış kalıcı sergilere sahip ilk akvaryum olması.
- Saatlerin nasıl geçtiğini anlamadan hayranlıkla sanki yüzüyoruz bu güzel akvaryumda 🐟🪼🐳🦞
- Uzun süren akvaryum gezimizden sonra Monterey’in lezzetli deniz ürünlerinden tatmak için “The Fish Hopper” restoranında bir mola verdik..
- Evet Monterey’e veda etme vakti. Yolumuz üzerinde olan Premium Outlet’lerden birine de uğramadan edemedik … Bu outletleri birkaç gün gezseniz bitmez ama tabi bizim hem vaktimiz yoktu hem de bu kadar vakti harcamak gibi bir isteğimiz de olmadığı için kafamızdaki birkaç mağazaya girip vaktimizi verimli kullandık. Özellikle Sketchers ve Nike mağazalarındaki fiyatların Türkiyeden oldukça farklı olması nedeniyle buradan çocuklar için ve kendimiz için de ihtiyaç duyduğumuz alışverişi yapıp istikametimizi Los Angeles’a çevirdik…
- Güneye indikçe iklimin de değişmesi gözden kaçmıyor. Yoldaki ağaçların yerini biraz daha çorak topraklara çevirmeye başlıyor. Ayrıca yolumuz üzerinde yer alan Lost Hills bölgesinden geçerken buranın büyük bir petrol sahası olduğunu öğrendik ve yol boyunca da belki yüzlerde petrol sondaj makinelerinin çalıştığına şahit olduk.

- Monterey’den Santa Monica’da yer alan otelimize de yaklaşık 6 saatte ( bunun 1 saatini outlette geçirdiğimizi düşünürsek) vardık.
- Biz Los Angeles’da Santa Monica bölgesine yakın olan “Found Santa Monica Powered by Sonder” otelinde konakladık. Fiyat fayda mantığında düşündüğümüzde San Francisco’daki konaklama ve otopark masrafına oranla bu otel çok daha uygundu diyebilirim. Ayrıca özel ücretsiz otoparkının olması ( otoparkta yer yoksa binanın önüne de sabah saat 9’a kadar aracı park edebilme şansımız da oldu , 9 dan sonra trafik cezası yazıldığı için aracı arka sokağa ya da boşalan otoparka çekmek gerekiyor ki biz zaten sabahları erkenden güne başladığımız için çok sorun yaşamadık) Şuraya otelin resmi sitesinin de linki ekleyeyim. “https://www.sonder.com/destinations/los_angeles
- Otele geç bir saatte vardığımız için kendimizi direk yatağa atıyoruz . Yarın da bu efsane şehrin en güzel noktalarını gezmek için heyecanla uykuya dalıyoruz.
5. GÜN
- Los Angeles için birkaç yabancı ve yerli blog yazılarında şu açıklamayı okuyup not almıştım. “Hayal edilenin ötesinde bir şehir” . Okurken insana çok havada ve çok da hissiyat olarak birşey katmıyor ama gidip görüp yaşayınca bu kısa cümlenin aslında özetle bir şehri ne kadar doğru anlattığını anlıyor insan.
- Şimdi bu hayalin ötesinde şehri gezme vakti….
- İlk önce güzel bir kahvaltı yapmak için Santa Monica bölgesinde yer alan Urth Cafe’ye gittik. Biraz sıra bekledikten sonra keyifli bir açık hava kahvaltısı yaptık veee “Santa Monica State Beach” teyiz.. Bu plaj Pasifik Sahil Yolu boyunca yer alan 5,6 km uzunluğunda piknik alanlarının, oyun alanlarının, personelli cankurtaran istasyonlarının, bisiklet yollarının yer aldığı , voleybol, sörf, ayakta kürek sörfü ve yüzme gibi pek çok aktivite imkanı sunan şahane bir plaj. Özellikle çocuklu ailelerin çok keyifli vakit geçirebileceği bir plaj burası. Bizde uzun uzun sahilde oturduk , yürüyüş yaptık.

- Okyanusa girmek biraz enteresan. Sürekli havadan helikopter ile kontrol uçuşları yapılıyor, hem dalgaların ve gelgitlerin etkisinden dolayı boğulma olmaması için hem de köpek balıkları kontrolü için. Burada insan ülkemizin denizlerinin kıymetini biliyor gerçekten. Nerde Ege denizinin güzelliği diyorum başka da birşey demiyorum … Önümüzde uçsuz bucaksız kocaman okyanus olsa da yüzmek biraz daha arka planda kalmış bir aktivite bu plajda.
- Plajda keyifli vakit geçirdikten sonra Santa Monica Pier’e atıyoruz kendimizi. Bu iskele , Santa Monica’nın kalbini simgeliyor ve dünyada en çok fotoğrafı çekilen yerlerden biri olarak biliniyor. (Bakınız: Santa Monica 66 End of the Trail tabelası pozu) Burada insan bir iskeleden daha fazlasını yaşıyor.Bu iskele açıkhava eğlencesi .. Her yaştan her kültürden insanı kendine çeken farklı bir özelliği var. Kimi için manzarası , kimi için sokak dansçılarının gösterisi , kimi için eğlence parkı , kimi için restoranlarında mola vermek unutulmaz bir anı. Bizim için de öyle oldu.


- Öğlen yemeğini hiç tereddütsüz Bubba Gump Shrimp Co.’ dan yana kullandık ve Tom Hanks’in başrolünde oynadığı efsane klasiklerden biri olan Forrest Gump filmine bir selam çaktık bu keyifli tipik Amerikan tarzı restorandan. Restoranın enteresan yanlarından biri de her masaya koydukları “Run Forrest Run” ve “Stop Forrest Stop” tabelası. Sipariş vermek istediğinizde yapmanın gereken şey çok basit , garsonu öyle el kol hareketi ile çağırmak yok , onun yerine tabelayı “Run Forrest Run” yapıp beklemeniz yeterli … Değişik bir tarz ama acıkmış sabırsız müşteriler için biraz sabır denemesi gerektiren uygulama diyebilirim 🤣


- Zaman “Santa Monica” da ne ara nasıl bu kadar hızlı geçti anlamadan bir baktık ki akşam olmuş.. Güneşi batırırken dileklerimizi ardı ardına tutup , güzel anıları anı defterimize not alıp yeni güne zinde başlamak için otelimize dinlenmeye gidiyoruz…
6. GÜN
- Bugün günlerden hepimizin çocukluğuna döneceği , bol bol dopamin ve serotonin yükleneceğimiz merakla , heyecanla bu anın gelmesini aylar öncesinden beklediğimiz “Universal Studios” günü…

- Sabah yanımıza atıştırmalıklarımızı alıyoruz, yolda giderken arabada kahvaltımızı yapıyoruz.. Çünkü zaman bugün ayrı bir kıymetli bizim için 🙂
- Universal Studios Hollywood uygulaması üzerinden “One day Tickets” olarak biletlerimizi önden almıştık. Girişte e-bilet olarak Pdf lerini okutmamız yeterli oldu. Güvenlik kontrolünü de geçtikten sonra farklı farklı film setlerinde maceradan maceraya koşan oyuncular gibi hissetme zamanı …. Kimi zaman bir çizgi film kahramanı , kimi zaman aksiyon film yıldızı , kimi zaman da tehlikeli bir maceranın oyuncusu olma vakti …
- Telefona “Universal Studios Hollywood” uygulaması indirmek önemli . Hem stüdyoların haritasını görmek , hem navigasyon üzerinden nerede olduğunu takip etmek hem de her stüdyonun bekleme sürelerini görme şansı oluyor. Şuraya ayrıca websitesinin linkini de iliştireyim. ( https://www.universalstudioshollywood.com)

- Universal Studios Hollywood, Starway adı verilen bir dizi yürüyen merdivenle birbirine bağlanan farklı seviyelerde iki alana bölünmüş. Bu alanlar Üst kısım (Upper Lot) ve Alt kısım ( Lower Lot) olarak biliniyor. Her lotta çeşitli geziler, gösteriler ve turistik mekanların yanı sıra yiyecek, içecek ve ticari eşya mağazaları da bulunuyor. “Upper Lot” alanı biraz daha ailelere yönelik aksiyonların yer aldığı bölüm , Kung Fu Panda , Minions , The Secret Life of Pets , The Simpsons , Studio Tour , Harry Potter , buranın en görülesi alanlarından…. “Lower Lot” alanında ise Jurassic Park , Mumya , Mario , Transformers gibi biraz daha büyüklere yönelik tema parklar mevcut. Tabi büyüklere yönelik dediğime bakmayın birkaç tanesi dışında çoğuna çocukların girmesine izin veriliyor. ( belli kriterleri sağlıyor ise)
- Biz Kung Fu Panda , Harry Potter Stüdyoları ( ama hız trenlerine binmedik) , Minions , The Secret of Pets , Studio Tour , Mario , Jurassic Park ve Transformers’tan yana kullandık tercihlerimizi.. Hepsi birbirinden keyifli ve eğlenceli idi… The Simpsons ların bulunduğu alan da ise şahane buz gibi bira molası vermek de aktiviteler arasında keyifli bir mola idi. Hala tadı damağımızda kaldı diyebilirim 🍻

- Akşama kadar uzun bir süre burada vakit geçirdikten sonra akşam 7 itibarıyla tema parkın kapanması nedeniyle bizde bu eğlence dolu mekana veda ettik… Bir günlüğüne hepimiz kendimizi kocaman bir film stüdyosunda başrol oyuncusu gibi hissedip kah Kung Fu Panda ile beraber kötülerle savaştık , kah Harry Potter dünyasında büyücülüğün sırlarını öğrendik , kah Optimus Prime ve Bumblebee ile beraber Dünya’yı ele geçirmek isteyen Megatron’a karşı savaştık, kah bir günlüğüne Minyon olup , yürek ısıtan ve heyecan verici bir yolculukta Gru’ya, kızlarına ve yaramaz Minyonlara yardımcı olduk…
- Bu güzel günün akşamını da taçlandırmak gerekir diye düşünüp Gyu-Kaku Japanese BBQ ya gitmeye karar verdik , Los Angeles içerisinde birçok şubesi bulunan bu restoranın bizce en profesyonel servis hizmeti sunanı Beverly Hills’te yer alan şubesi.. Burası “Paylaşılan Tabaklar” eğlencesi sunan ,her masaya yerleştirilen kişisel ızgara sayesinde herkesin hatta çocukların bile anında uzman bir aşçıya dönüştüğü bir yer.Özellikle yemeğin sonunda marshmallow kızartması ile günü tamamlamak ayrı bir eğlence ve unutulmaz bir anı oldu bizim için. Bir rüya günü daha geride bıraktık.. Yeni bir gün için artık dinlenme zamanı…

7. GÜN
- Bugün günlerden Kaliforniya’nın doğduğu yer olarak bilinen , ılıman iklimi , geniş plajları , ABD Donanması ile meşhur Meksika-Amerika Birleşik Devletleri sınırının hemen bitişiğinde yer alan San Diego şehrini keşfetme günü.
- Sabah zaman kaybetmemek için yanımıza güzel bir iki atıştırmalık aldık ve yollara koyulduk. Los Angeles ‘tan San Diego’ya giderken merak ettiğimiz yollardan biri olan Pacific Coast Highway üzerinden seyahatimizi gerçekleştirdik. Efsanevi Pasifik Sahil Otoyolu (PCH) ilk kez 1930’larda açılmış ve Kaliforniya’nın engebeli ve güzel kıyı şeridinin 900 kilometreden fazlasını kucaklayan bir insan çabası harikası olarak anılan bir yol. Dağları, yüksek ağaçları, geniş kumsalları ve sonsuz gökyüzünü hayranlıkla seyrederken yavaş yavaş geçilmesi gereken, dünyadaki en şaşırtıcı manzaralara sahip yollardan biri . Yol boyunca birbirinden şahane evlere , sörf köylerine , yerel şarap evlerine ve bohem hayatın birçok anına tanık olmak mümkün.
- Yol üzerinde sörf yapanları seyretmek için Balboa Peninsula, Newport Beach ‘de kısa süreli bir mola verdik. Burası dünyanın en büyük özel yat limanlarından biri olan Newport Limanı’nı barındırıyor. Ayrıca o kadar uzun plajlara sahip bir yerki burası insanlar güneşlenmenin, plaj voleybolu oynamanın, bisiklete binmenin veya plajda sörf yapmanın sonuna kadar tadını çıkarıyor diyebilirim. Bilboa yarımadasının sonunda yer alan “The Wedge”’in en cesur ve en yetenekli profesyonel sörfçülere ev sahipliği yapan ünlü bir sörf noktası olduğunu da öğrendik..

- Burada sörfçüleri seyredip kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra istikamet San Diego … Bu arada Los Angeles – San Diego arası araba ile 2 saat sürdü.

- San Diego’ya vardığımızda aracımızı “Tuna Harbor Park” a yakın bir lokasyonda yer alan otoparka park ettik . Bu park alanı San Diego’ya uzun yıllar ton balığı endüstrisinde katkı sağlamasının yanı sıra 2inci Dünya Savaşında Japonya’nın teslim olmasının ardından bir denizci ve bir kadının Time Meydanı kucaklaşmasını tasvir eden Koşulsuz Teslim ( Zafer Öpücüğü olarak da biliniyor) heykelinin de yer aldığı bir alan.

- Buradan USS Midway Museum yani Amerikan Denizcilik müzesine geçtik. Bu gemi 20. Yüzyılın en uzun süre hizmet veren uçak gemisiymiş. 17 ayda inşa edilen bu dev gemi ancak 10 Eylül 1945’te hizmete girdiğinde II. Dünya Savaşı’nı bir hafta farkla kaçırmış. Soğuk savaş döneminde , Nato görevinde , Atlantik’ten , Kuzey Vietnama , Basra Körfezinden Filipinlere kadar bir çok operasyonda bilfiil yer almış ve 11 Nisan 1992 yılında hizmet dışı bırakıldıktan sonra 2003 yılında müze olarak kullanılmaya başlamış. Bir taraftan kocaman bir savaş gemisinin içini gezerken , bir taraftan da 30’dan fazla restore edilmiş uçağın , helikopterin pilot kokpitinde oturup onlarda hatta belki yüzlerce düğmenin acaba ne işe yaradığını anlamaya çalışır bulduk kendimizi 🙂 Tabi sanki dünyanın her yerine barış getirmiş bir havalarının olması ne kadar inandırıcı geldiyse ( dünyadaki savaşların baş sebebinin kim olduğunu bilmemek mümkün değil) bu kadar yalan propoganda da olmaz olsun diye de düşünmedik değil.. Ama özellikle çocukların çok hoşuna giden bir müze olduğunu belirtebilirim.

- Artık San Diego Old Town’ı görme zamanı. Burası çok ama çok güzeldi diye haykırmak istiyorum…. Burası San Diego’daki en eski yerleşim yeri ve günümüz Kaliforniya’sının doğduğu yer olarak biliniyor.Korunmuş birçok tarihi bina ve müze, San Diego kasabasının 1820’den 1870’e kadar olan ilk günlerini şu an bile hissettiriyor insana. Otantik Meksika mutfağıyla tanınan Old Town’un yemek mekanları , Margarita , tekila ve yerel Meksika malzemelerini öne çıkaran lüks yemeklerle uzmanlamış bir çok restorana ev sahipliği yapıyor.
- Biz Old Town’da şenlikli rengarenk dekoru , kocaman Kaliforniya biber ağacının odağında yer alan yemyeşil terası , lezzetli “Birdbath Margatira”sı ve otantik Meksika mutfağı ile keyifli vakit geçirmemizi sağlana “Casa Guadalajara” Meksika restoranına gittik. Meksika’nın Guadalajara şehri, mariachilerden margaritalara kadar “fiesta!” ile eşanlamlı olan her şeyin doğum yeri olarak biliniyormuş, aynı isimle San Diego’da açılmış bu restoran Guadalajara ruhunu yaşatmaya devam ediyormuş ve bizde restoranda bulunduğumuz süre boyunca bunu her an hissettik.





- Old Town ‘daki mağazaları dolaşıp kısa bir tur attıktan sonra gün batımını kaçırmadan rotamızı “La Jolla” ya çeviriyoruz.
- La Jolla, Pasifik Okyanusu’nda, San Diego şehir merkezinin yaklaşık 24 km kuzeybatısında yer alan engebeli bir yarımada. Burasını özel kılan birçok sebeplerden en güzeli deniz aslanlarının her yaz doğum yapmak , emzirmek ve üremek için geldiği bir bölge olması. Onlarca deniz aslanını bir arada görmek mümkün burada. Kayalık kıyı şeridiyle ünlü bu bölgede engin okyanus manzarası seyrederken dalgaların kıyıya vuran sesini dinlemek , deniz aslanlarını izlemek ve gün batımına tanıklık etmek bir çeşit meditasyon gibi geldi her birimize ..



- Artık San Diego’ya veda vakti. Akşam karanlığı çok bastırmadan dönüş yoluna geçtik. Ve yaklaşık 2 saatlik bir yolculuktan sonra otelimize vardık. Keyifli ve bir o kadar yorucu bir günü daha geride bırakıp , anı defterimize güzel hatıralar ekledik. Yarın Amerikadaki son günümüz. Bakalım bizi hangi yeni anılar bekliyor…
8.GÜN
- Son günümüzü biraz Los Angeles’ı gezmeye ayırmak , biraz da sakin yavaş bir gün geçirmek istedik.
- Kahvaltıyı West Hollywood bölgesinde yer alan “The Butcher , The Baker , The Cappuccino Maker” restoranında yaptık. Keyifli güzel bir mekan idi.

- Kahvaltıdan sonra ilk durağımız Hollywood Bulvarı. Hollywood Bulvarı, Los Angeles’ın zengin film ve eğlence mirasını kutlayan müzeler, simge yapılar ve diğer Hollywood cazibe merkezleriyle Los Angeles’ın kültürel simgesi olan bir yer. Yol boyunca Hollywood Şöhret Kaldırımında ( Hollywood Walk of Fame) eğlence sektörünün ünlü isimlerine adanmış yıldız ikonları görme şansı mevcut. Ama aman aman şahane bir his dedirten birşey değil 🙂 Buranın bir diğer meşhur yapısı TCL Çin Tiyatrosu (TCL Chinese Theatre ) . Burası dünyanın en büyük tiyatrolarından biri ve birçok ünlü yıldızların beton el izleri ve ayak izleri ile ölümsüzleştirdiği bir yer. Aynı zamanda çok sayıda film galasına ev sahipliği yapmış ve dünyanın en büyük IMAX© teknolojisine sahip sinema salonuna sahip bir yer. Ve tabi her yıl Akademi Ödüllerine ( Academy Awards) ev sahipliği yapan Dolby Tiyatrosu’da Hollywood Bulvarında yer alan ünlü merkezlerden biri. Burası dünyadaki teknolojik açıdan en gelişmiş ve ünlü tiyatrolardan biri olarak biliniyormuş diye de bir ekstra bilgi notu ekleyeyim.



- Tiyatro , gösteri sahnelerinin yanında sokak üzerinde onlarca film yıldızı kostümleri giymiş ve fotoğraf çektirip minik şovlarını seyretme ( tabi hiçbirşey bedava değil 💵) şansınız olan kişiler ile de karşılaştık.Birde buranın olmazsa olmazı Madame Tussauds müzesi. Biz müzenin içine girmedik ama müze girişinde bile birçok balmumum heykeli mevcut idi ve biz de her biri ile eğlenceli resimler çektik. ( basketbol efsanesi Kobe Bryant , Marvel efsanesi Hulk , Hızlı ve Öfkeli filmlerinin kahramanı Dwayne Douglas Johnson , sarışın yıldız Marilyn Monroe )

- Daha sonra Los Angeles’ın meşhur simgesi olan “Hollywood” yazısını en iyi görebileceğimiz yerlerden biri olan Griffith Park’ına gittik. Buranın en büyük sıkıntısı otopark bulmanın zor ve trafiğin yoğun olması diyebilirim. Uzun uğraşlar sonunda otopark alanında yer bulduk.

- Hollywood Tabelası ilk olarak 1923’te yerel bir emlak geliştirme projesi için geçici bir reklam olarak inşa edilmiş, ancak artan tanınırlık nedeniyle 1978’de daha dayanıklı tamamen çelik bir yapıyla değiştirilmiş.Hem Kaliforniya’da hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde en iyi bilinen simge yapılar arasında yer alan tabela, popüler kültürde, özellikle de Hollywood’da veya çevresinde geçen filmlerin ve televizyon programlarının çekimlerinde sık sık karşımıza çıkan bir yapı. Tabelanın yer aldığı alanda bir çok yürüyüş parkuru da yer alıyor. Biz buraya kadar gelmişken ve zar zor otopark bulmuşken Griffith Gözlemevine de uğramadan gitmek istemedik.

- Griffith Gözlemevi deyince tuhaf olacak belki ama bundan sonra aklıma gelecek ilk şey ingilizcesi “Hummingbird” olarak bilinen Sinek Kuşu olacak. Ne alaka derseniz sanırım hayatımda ilk defa Sinek kuşunu canlı olarak burada gördüm. Bu kadar minik bir kuş nasıl olabilir diye de uzun süre şok yaşayarak bu gerçeği kabul etmek için minik kuşun uçuşunu dakikalarca izledim … Diyorum ya bazen yolculuklarımızı sadece tarihi ve popüler yerleri görmek gibi kodluyor olabiliriz ama bir anda karşımıza çıkan minicik bir kuş , o seyahatimizin unutulmaz bir simgesi ve gittiğimiz yerin sembolü olabiliyor. Yolda anılar biriktirmek de sanırım bu yüzden unutulmaz bir tecrübe.

- Evet,,, gelelim Griffith Gözlemevine. Gözlemevine giriş ücretsiz. Burası çok çeşitli uzay ve bilimle ilgili sergileriyle popüler bir turistik mekan.Adını hayırsever Griffith J. Griffith’ten almış. Gözlemevine ilk adımımızı attığımızda karşımıza çıkan Dünya’nın dönüşünü göstermek için tasarlanan Foucault sarkacıydı. Bunun haricinde gözlemevi içerisinde birbirinden farklı teleskoplar, mercekler , aynalar , ay , güneş sistemindeki diğer gezegenler , güneş ,ay tutulması, gelgitler , mevsimler , Ay’ın evreleri gibi konuların anlatıldığı sergiler , gece gökyüzü simülasyon odası , Büyük Patlama’dan günümüze kadar geçen zamanın tasvir edildiği koridorlar ailecek ilgimizi çeken ve keyifli zaman geçirmemizi sağlayan bir deneyim oldu.

- Gözlemevinden çıktıktan sonra “Olvera Caddesi”ne, orjinal meksika sokağına gittik. Tacocular , kokteylciler , ufak hediyelik alınabilecek dükkanlar , Los Angeles şehrinde ayakta kalan en eski konut olarak bilinen(1818 yılında inşa edilmiş) ve şu an ücretsiz müze olarak gezilen “Avila Adobe” evi bu sokağın özeti diyebilirim. Burası büyük bir sokak değil ama öğle molası verip gerçek meksika Burritosu yemek için doğru adres 🙂

- Molamızı verip karnımızı da doyurduysak şimdi istikamet “Beverly Hills” . Benim için Beverly Hills denilince ilk aklıma gelen çocukluğumda çok ama çok keyifle seyrettiğim “Beverly Hills Teens” çocuk televizyon dizisi idi.. Tek kelime ile bayılırdım bu çizgi filme.. Dizinin asıl kahramanı sapsarı uzun saçları ve harika küpeleri ile “ Larke Tanner “ olsa da içten içe sanırım ben “Bianca Dupree” hayranıydım . 🤭

- Beverly Hills’in sanırım en güzel tarafı benzersiz mimariye sahip görkemli evleri , yemyeşil parkları , upuzun palmiye ağaçları ile donatılmış caddeleri ve tabi yanı başındaki dünyanın en pahalı markalarının yer aldığı şık mağazaları ile meşhur dünyanın en pahalı caddesi Rodeo Drive’ı diyebilirim.

- Beverly Hills’da fotoğraf çektirip , Rodeo Drive’da biraz yürüyüp hangi marka diğerinden daha pahalı diye başka işimiz kalmamış gibi kafamızı gereksiz yorduktan sonra Amerikadaki son gecemizi noktalamak için en doğru adres olan ve günün her saati keyifli olsa da akşamı ayrı eğlenceli ve ışıl ışıl olan Santa Monica İskelesine doğru rotamızı çeviriyoruz.

- Gezimizin son akşam yemeği için tercihimiz Santa Monica’daki Sushi Roku oldu. Keyifli ve lezzetli bir yemekten sonra ise son geceye yakışır eğlenceli bir final için Santa Monica iskelesindeki Pacific Park’a gittik. Buranın akşamı da cıvıl cıvıl… Ailelerin oyun oynayabileceği dünyanın en ünlü parkı burası. Batı Amerika Birleşik Devletleri’nde Pasifik Okyanusu üzerindeki tek çelik tren olan West Coaster ve ilk güneş enerjisiyle çalışan dönme dolap olan Pacific Wheel dahil olmak üzere 12 heyecan verici eğlence parkuru mevcut.
- Lunaparkın içinde yer alan oyun alanları, İskelenin ahşap tahta kaldırımında sıralanmış ve oyunlarda yetenekler sergilenerek dev peluş hayvanlar gibi ödüller kazanma şansınız oluyor. Pacific Park’ın ortasında Whac-A-Mole ve Water Race gibi klasik tahta oyunlarının yanı sıra Penalty Kick ve Pier Planko gibi eğlenceli oyunlar da bulunuyor.


- Burada yaşadığımız çok keyifli bir anımızı da unutulmazlar arasında yer alması için buraya not etmek istedim. “Whac-A-Mole” oyununu çocuklar çok oynamak istedi. Bizde anne baba olarak kırmak istemedik. Normalde oyunu maksimim 4 kişi oynayabiliyor. Biz 2 çocuk oynayacak dediğimizde Meksikalı bir teyze çocukları kolay lokma görüp kendi de 3üncü oyuncu olarak oyuna dahil olmak istediğini söyledi. Türk anası bu durumda çocuklarını bir başına bırakır mı hiç , son dakika ben de katılacağımı söyledim ve 4 oyuncu olarak 3 ü aynı aileden 1 de Meksikalı teyze olacak şekilde Whac-A-Mole oyununda 2 dk içerisinde en fazla köstebeği yakalayanın kazanacağı oyun başladı … Full konsantrasyon ile hiç bir köstebeği atlamadan oyunu birinci tamamlayan ve çocuklarını Meksikalı teyzenin planlarına yem etmeyen gururlu Türk anası olarak bir adet turkuaz renkli köpekbalığı peluşu kazanmanın inanılmaz gururu ile geceyi noktaladık 🙂 Evde belki 20-30 tane peluş oyuncak vardır ama bu okyanus köpekbalığı peluşu hayatımızdaki keyifli bir akşamın keyifli eğlencesi sonucunda unutulmaz bir anı olarak kalacak diye düşünüyorum … Belki çocuklarım da ileride kendi çocuklarına bu peluş oyuncağı bu anıyı bir masal gibi anlatarak emanet ederler kimbilir.

- Veee geldik mi bu efsane gezinin sonuna… Her günü anı defterimize keyif dolu hikayeler olarak notlanan , iyiki listemizde yer edinen bu güzel seyahatimizi noktalama vakti …. Bir sonraki ailecek yolda anılar biriktireceğimiz gezimizde görüşünceye dek hoşçakalın , sevgi ve sağlık ile kalın
Mayıs/2024